Dünyanın en önemli ve anlaşılır
lisanı, gülmektir
Kelebeklerin yaratıldıkları çağlarda. Tanrı sona kalan bir Kelebeğe elinde kalmadığı için beden, kanat ve duyarga gibi organları verememişti.
Diğer Kelebekler bu organlar sayesinde güzel çiçekler gibi havada ucuşabiliyorlardı. Kendisi ise görünmez bir yaratıktı.
Başlangıçta bundan haberi yoktu. Diğerleri gibi kendisini rüzgara bırakır ciçek’ten çiçeğe konardı ve kendi fikrincede bu sayede çiçekleri daha cazip ve güzel bir duruma getirdiğine inanırdı.
Fakat günün birinde birşeylerin farkına varır gibi oldu. Hiçkimsenin kendisinin varlığından haberi yoktu. Hatta bazen diğer kelebekler ile, çok dikkat etmesine ve sadece boş olan çiçeklere konmasına rağmen, çarpışıyordu. Çünkü diğer kelebeklerin kendisini görmediklerini bilmiyordu.
Bu andan itibaren görünmez olduğunu iyice anladı. Esasında bu konunun farkına daha önceleri varmalıydı ama buda ımkânsızdi kendini gömeside mümkün değildi. Fakat herşeye rağmen bu durum kendisini rahatsız etmiyordu „Güzelliğimi başkalarının görmesi yeter, mutlaka kendimi görmem şart değil” diye düşünüyordu.
Ama esasında hiç kimse tarafından farkedilmemesi kendisini son derece üzüyor ve kederlendiriyordu. Kararını verdi bütün canlıların yaratıcı tanrıya gitti ve şikayette bulundu.
Tanrı, bu görünmez kelebeği uzun uzun ve düşünceli olarak süzdükten sonra şöyle seslendi: „Seni çok iyi anlıyorum ama maalesef elden birşey gelmez. Hakikaten şu anda sana verebileceğim birsey yok. Ayrıca sana beden, kanat, duyarga gibi organları verirsem seninde bütün canlılar gibi belirli bir süre sonra ölmen gerekir, buna razımısın?”
„Evet!” diye cevap verdi görünmez kelebek. „Eğer yaşadığım müddetçe diğerlerini mutlu edebilecek isem sonunda ölmeye razızım.”
Tanrı bu sözler üzerine son derece duygulanmıştı böyle birşeyi ilk defa duymaktaydı. Uzun uzun düşündükten sonra şöyle dedi: „Senin arzunu yerine getireceğım. Şimdiden itibaren görünür ve hisedilir olacaksın, fakat ölmemelisin! Bunun için sana beden vermiyorum. İnsanlara gıt ve onların dudaklarında gülümseme ol.”
Dieter J Baumgart
transl.: Sinan Tekes, Türkiye